Hikâye çok karışık. Sabah Gazetesi’ni Başbakan’ın yakın arkadaşı Ahmet Çalık aldıktan sonra Medya Grup Başkanı da Başbakan’ın damadının erkek kardeşi Serhat Albayrak oldu. O da danışman olarak Başbakan’ın basın danışmanı Ahmet Tezcan’ı işe aldı. Ahmet Tezcan bu nedenle Başbakanlık Basın Müşavirliği’nden istifa etti. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan bundan hoşlanmadı. Sorunlar yaşandı. Babahan, Sabah’tan ayrıldı. Bir süre sonra da Ahmet Tezcan, Serhat Albayrak tarafından kovuldu. Yerimiz olsaydı bu çok enteresan hikâyeyi okuyacaktınız. Orada neler olmuş, inanamazsınız. Bu da artık başka bir pazara kaldı!
Başbakan 7 gün 24 saat çalışır, duygusal ve merhametlidir
İki buçuk yıl Başbakan’ın basın danışmanlığını yaptınız. Sizden sonra gelen Akif Beki ayrılırken “Çok yoruldum” demişti. Başbakan’ın basın danışmanı olmak çok zor ve yorucu bir görev mi?
Yedi gün, 24 saat çalışır Başbakan. Dehşet çalışkandır. Bundan besleniyor. Bir günde 3 şehir, hatta bir günde 3 ülke gezdiğimiz olurdu. 2.5 yıllık süre içinde 58 ülkeye gittim. Bazılarına 7-8 defa. Çok küçük şekerlemelerle kendisini dinlendiren biri. Bu iyi bir şey değil ama. 5 yıl önceki resimlerine bakarsanız 15 yaş almış gibi. Başbakan’la çalışmak bu anlamda zordur. Çok da zevklidir Başbakan’la çalışmak. Çok espri yapar. Bazen öyle takılmalar yapar ki anlayamazsınız, ciddiye alır, bunalıma girersiniz. Sonra bir bakarsınız şakaymış. Görüntüsünün aksine çok duygusal ve merhametlidir.
Bir röportajınızda da “Çok vefalıdır” dediğinizi okudum. Siz ne zaman tanıştınız Tayyip Erdoğan’la?
Güneş Gazetesi’nde köşe yazarıydım, Tayyip Bey de İstanbul İl Başkanı. Erbakan’ın bir yemeğiydi. “Amma da yakışıklı adam, gencecik” demiştim. 1991 senesiydi. Sonra basın danışmanı olana kadar birkaç defa ayak üstü sohbet ettim. Oy bile vermedim AKP’ye. Belediye Başkanlığı’na geldiğinde birbirimizi uzaktan tanıyorduk, o beni yazılarımdan biliyordu. Basın danışmanlığı teklifi etmişti o sırada. Ama Kanal 7 beni kandırdı. Haber müdürü yaptılar. Çok iyi tanımıyordum açıkçası. Nikâhımı kıymıştı belediye başkanıyken. Birbirimizi çalışırken tanıdık. Ben hakikaten çok sevdim Başbakan’ı. O, vefanın somutlaşmış halidir. Başına ne geliyorsa bundan geliyor zaten.
Tayyip Erdoğan’la biraz sohbet eden herkes ona aşık olur
Başbakan sizi sever mi?
Sanırım sever. Patavatsız bir tarafım da vardır benim, bir gün dayamadım dedim ki: “Efendim, Cemil Meriç’in bir sözü vardır, ‘Hayır diyebilmek fazilettir’ diyor. Gördüğüm kadarıyla siz bu faziletten yoksunsunuz.” Yaşlı kadın, çocuk, muhabir kızlar... Dayanamıyor, onlar seslendi mi durmamayı nezaketsizlik kabul ediyor. Döndü bana “Sizi niye aldık?” dedi. “Ben hayır derim de siz sonra evet deyince olmuyor” dedim. “Siz de öyle hayır diyeceksiniz ki bana gelme ihtiyacı hissetmeyecek” karşılığını verdi. Doğru söyledi yine. Sofrada çok keyiflidir. Dar kapsamlı yemeklerde çok iyidir. Çok arkadaşımı gördüm, inanılmaz ön yargılı olup biraz sohbet ettikten sonra aşık olan. Samimi biri çünkü.
İş dışında da görüşür müsünüz? Aradı mı mesela Sabah Gazetesi’nden kovulduğunuz zaman?
Çalıştığım dönemde de içeriye girip “Başbakan ve memuru olmadan konuşmak istiyorum” dediğim olmuştur. Bu süreç içerisinde çok özel şeyler yaşadık. Kovulduktan sonra beni hiç aramadı. Aramasına gerek olacak bir durum da yok zaten. Serhat Albayrak beni hür iradesiyle aldı, hür iradesiyle de gönderdi.
Aramasını bekliyor musunuz peki? Aramazsa kırılır mısınız?
Hayır. Kırılmam söz konusu değil. Araması gerekirse arar, aramak isterse arar, ben ararsam mutlaka çıkar, o an müsaitse. Bir problemimiz olmaz.
30 saniyelik konuşmam yüzünden operasyon yaptı
Kendinizi nasıl hissederdiniz Başbakan’la çalışırken? En öndeki duyguyu merak ediyorum. Korku, sevgi, saygı, kızgınlık, ayrıcalıklı, mutlu...
Hep hissettiğim, yetişememekti. İyi çalışırdık ama. Bazıları 2 dakika diye girer yanına, yarım saatte çıkmazdı. Ben, 2 dakika, 3 dakika, 10 dakika derdim, dediğim kadar da sürerdi. “10 dakika görüşebilir miyiz?” dediğimde eline kağıt kalem alırdı, çünkü not tutacak, bir şey anlatacağım belli ki. 2 ya da 3 dakikayı ayakta dinlerdi. Bir kere “30 saniyeniz var mı?” dedim. “30 saniyede ne anlatabilirsin ki?” diye merak etti. “Anlatırım efendim” dedim, bir cümle söyledim, operasyon yaptı. 30 saniyelik bir şeydi ama etkisi hâlâ sürüyor.
Akif Beki ile aranız nasıldır? Çalışma stilleriniz farklı sanırım. Çok dedikodu var anlaşamadığınıza ilişkin?
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Bizimkiler farklıydı. Birbirine uymadı yoğurt yiyişlerimiz. Ne yapacaksın?
Başbakan adına konuşmak tam Beki’nin yapacağı işti
Akif Beki için hırslı, her şeyi kendi yapmak isteyen, Başbakan’ın çevresinde kendisinden yakın kimseyi istemeyen, Ömer Çelik’i ve sizi uzaklaştıran biri deniyor. Bunlar doğru mu?
Hırslı demeyeyim, cevval ve atak diyeyim. Beni uzaklaştırdı desem iftira olur. Benim geri çekilmem sistemin iyi işlemesi içindi. Söylemek istediğim bir şey varsa söylerdim, Başbakan’la özel konularda, stratejik noktalarda fikir alışverişi mutlaka yapardık. Basın sözcülüğü Akif için uygun bir iş. Başbakan adına konuşacaksın çünkü. Ben olsam Başbakan adına konuşmaya başlar, kendi adıma bitiririm. Sıkıntı olur yani. Ama basın sözcülüğünün oluşturulmasını ben istemiştim. Baş danışman Nabi Avcı Bey istemiyordu. Ben Nabi Bey’e bağlıydım, bana bağlı da basın merkezi bölümü vardı. Ben benim bölümümün lağvedilmesi ve bir basın sözcülüğü birimi olması gerektiğini söylüyordum. Nabi Bey’e de gülerek “Size rağmen yaptıracağım” demiştim. Hakikaten de yaptırdım. Başbakan’la konuştum. Makul karşıladı. Müşavirliğin lağvedilmesini kabul etmedi. Kaçmak istediğimi anladı.
Kaçmak mı istiyordunuz?
Benim yabancı basınla karşılaştığım zaman doğru dürüst konuşabileceğim İngilizcem yok. Kendime yemek ısmarlarım ama yabancı bir gazeteciyle istediğim kıvamda konuşamam. Başbakan’ın tercümanlı bir basın müşaviri olmamalı. Bu alil bir görüntü. Benim bir önemim yok ki. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’ne yakıştıramam. Doğru bir mekanizma kurulsun, kim altta kim üstte önemi yok ki. Nasılsa hicazdan başka makam tanımam ben.
Başbakan’la sık görünenler kamuflaj malzemesidir aslında
“Akif Beki, Ömer Çelik’i Başbakan’ın yanından uzaklaştırdı” diyorlar, doğru mu?
Uzaklaştırmak diye bir şey yok, rekabet olabilir. Başbakan’ın çok farklı danışmanları vardır. Değişik inanç ve görüşlerde olan insanları danışman olarak kullanır. Bunları kimse bilmez. Onlara daha fazla itibar eder. Başbakan’ın yanında çok görülüyor olmak Başbakan’ın onu çok dinlediği anlamına gelmez. Yani kamuflaj malzemesi de olabilirsiniz. Egemen Bağış, Ömer Çelik, Cüneyd Zapsu... Her birinin müthiş farklı ve yetenekli tarafları var. Cüneyd Zapsu’nun yaptıklarını yapabilmek mümkün değil. Öyle hizmetleri vardır ki, değme babayiğit yapamaz. O yüzden birini kestiğinde onun yaptığını kendin yapamıyorsan iş yanlış olur. Ömer Çelik siyasi konularda devreye giren, hızlı bir şekilde çözüm üreten yüksek bir zekâdır. Kofi Annan, Ömer içeri girdiği zaman “Win-win” diyordu ona. Bir kalemde silinip atılabilecek bir adam değildir. Keza Egemen Bağış. Hepsini ben yapayım diyen ya tıkaç olur ya takoz.
Başbakan’ın muhabirlerle arası çok iyidir özellikle kadın olanlara hiç kıyamaz
Sizin zamanınızda sanki her görüşten gazeteci Başbakan’la buluşabiliyordu. Akif Bey’den sonra bu daraldı. Basın danışmanı farkı mı yoksa Başbakan mı giderek daha fazla gerginleşiyor?
Başbakan basının haklı eleştirisine asla karışmıyor, tepki duymuyor. Ne kadar zararı olursa olsun. Haksızlık olursa, belden aşağı vurulursa çok sinirleniyor. Fatih Altaylı’ya teşekkür ettiğini biliyorum. Partideki kadın kollarındaki yöneticilerden biriyle ilgili usulsüzlük yolsuzluk yaptığına dair bir yazı yazmıştı. Başbakan araştırılmasını istedi. Fatih Altaylı haklı çıktı. Atasay Kuyumculuk’un yıldönümü yemeğinde Fatih Altaylı’yla karşılaştık, kulaklarımla duydum teşekkür etti o yazıdan dolayı.
Uçağa binecekleri, röportaj yapacakları Başbakan’ı kızdırmayanlardan mı seçiyorsunuz yine de değil mi?
Benim aktif olduğum dönemde uyguladığım ile Akif Beki’nin uygulaması arasında fark var dediğiniz gibi. Ben mümkün olduğunca grup dengesi gözetirdim. Ne kadar çok sayıda farklı gazeteciyle görüşürse Başbakan, o kadar doğru olduğuna inanırdım. Cuma sabahlarını gazetelere, kahvaltıya ayırmıştık. Hatta Vatan’la başlamıştık. Bu fikri beğenmişti, “Kiminle başlayacağız?” dedi. “Vatan” dedim. Vatan o sırada acayip çakıyordu. “Niye Vatan’la, çok saldırıyorlar bugünlerde” dedi. Ben de “Bence iyi olur, gidip dinleyelim bir” dedim. Sedat Ergin çok köylüce bulmuştu benim düzenimi, çünkü ben sabah kahvaltılarına internet müdürlerini de çağırıyordum. “Kimseye özel tavrımız yok” demek istiyordum. Muhabirlerle arası çok iyidir Başbakan’ın. Çiçek atar ya konuşmalarında, muhabirlere doğru atar özellikle, kadın muhabirlere. Kıyamaz onlara. Genel yayın yönetmenleri, yazarlar, muhabirler yurt dışı gezilerinde çok sorun yaratır. Hiçbiri ötekini istemez. Başbakan telef olur. Hepsine ayrı toplantı yapar. Gık da demez.
Çerkez Ethem senaryosu yazmak istiyorum
Şimdi ne yapmayı planlıyorsunuz? Tekrar gazetecilik mi? Teklif var mı hiç?
Yazmayı düşündüğüm çok şey var. Roman yazmak istiyorum. Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile babam arasındaki bir mesele var. Bunu yazmak istiyorum. Ama babanız kadar yeteneğim ve cesaretim olmadığı için film senaryosu şeklinde yazmayı planlıyorum. Dr. Hikmet Bey’in annesi Münire Hanım Kırşehir’de, Dr. Hikmet cezaevindeyken bizde 2 sene misafir olmuş. O dönemi yazmak istiyorum. Bir Çerkez Ethem senaryosu yazmak istiyorum. Ve her şeyden öte bir yerde yazmak istiyorum. Teklif henüz yok ayrıca neresi olduğu fark etmez. Erkekçe Dergisi’nde bile röportaj yapmış adamım ben.
Ecevit’i çok severim, yanımda ağladığı olmuştur
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı yazmak istemeniz ilgi çekici... Türk sosyalist hareketinin önde gelen bir isminden bahsediyoruz. Babanız ne iş yapıyordu?
İlginçtir. Babam kamyon şöförüydü ama arabasının torpido gözünden Said Nursi’nin kitaplarını eksik etmezdi. Babamın adı Ali Hikmet’ti. Dr. Hikmet Bey’in de adı Ali Hikmet’miş. Komünizme karşıydı babam ama komünistlere karşı olmadı hiç. İki Ali Hikmet’in bir anne figürü etrafında insanca duruşu çok özel bence. Bunu mutlaka yazmalıyım. Tasavvufla çok sıkı ilgilendiğim bir dönemde Çağrışım diye bir dergi çıkarmıştım. Bu dergi sayesinde rahmetli Bülent Ecevit ile tanıştım ve büyük dostluk kurduk. Çok iyi görüşüyorduk. Özel sohbetlerimiz çok olmuştur. Yanımda ağladığı olmuştur. Çok severdik birbirimizi. (Gözleri yaşardı Ahmet Tezcan’ın. “Ağlıyor musunuz?” diye sordum “Sanırım özlemişim Bülent Bey’i” dedi.)
Rahşan Hanım sizi sever miydi, önemli olan bu bence?
Rahşan Hanım’la da birbirimizi severiz. Ama kendisine vefasızlığım daha doğrusu edepsizliğim vardır. Ona borcum var bu konuda. Çok hoş hanımdır Rahşan Hanım. TGRT’de çalıştığım dönemdi, kafeteryada otururken telefon geldi “Tezcan burada mı?” dediler, telefona gittim, “Ahmet Bey merhaba ben Bülent Ecevit” dedi. “Pazar günü İstanbul’a geleceğiz Rahşan Hanım’la, valideden kalan bir evimiz var, teşrif eder misiniz?” diye sordu. “Memnuniyetle, iki arkadaşımla beraber gelebilir miyim?” dedim. Ömer Lütfü Mete ve yönetmen İsmail Güneş de Ecevit’i tanısın istedim... Çünkü inanılmaz karşılardı, hatta Ömer Abi’nin Ecevit’i yerden yere vuran bir romanı vardı. Gittik, 4.5 saat oturduk. “Hoşgeldin” dedikten sonra Rahşan Hanım çekildi. Biraz sonra “Bülent Bey” diye seslendi kapıdan tepsiyi uzattı, çaylar vardı. Sonra tekrar geldi aynı şekilde kek getirdi. Kapıdan bir adım içeriye girmedi. Bizi dinliyordu, kapıdaki etek hışırtısından belliydi, ama içeriye gelmedi. Tam bir Osmanlı kadınıdır. Ömer Abi çıktıktan sonra Rahşan Hanım için “Bu kadına aşık olunur be” dedi.
Tayyip Bey’in arası iyi miydi Ecevit’le?
Büyük saygı duyardı Tayyip Bey. Ben Ankara’ya geldikten iki sene sonra ziyaret edebildim Ecevit’i. Özür diledim. O da bana “Geldiğinizi duydum, sizi çok da özlemiştim ama herhangi yanlış anlaşılmaya neden olmamak için aramadım” dedi. Ben de “Size olan muhabbetimi herkes biliyor, asla rahatsızlık duymam” dedim. Kalkarken de “Ahmet Bey sizin için bir sakıncası olmayacaksa Tayyip Bey’e saygılarımı iletin” dedi. Tayyip Bey de çok saygı duyardı. Hatta bir gün Ecevit’in manevi oğlu Recai beni aradı “Ecevit’in zırhlı Mercedes’i sürekli bozuluyor, yedek parçaları da 2 ayda anca geliyor. Çok rahatsız biliyorsun, bir araba sağlanabilir mi, markasının hiç önemi yok” dedi. Hemen Başbakan’a ilettim. Müsteşar Bey o zaman Ömer Dinçer’di. Başbakan “Müsteşar Bey hemen Bülent Bey’e Mercedes tahsis edin” dedi. O da “Bakanlardan boşa çıkacak araba var, hemen hallederiz” dedi. Tayyip Bey çok sinirlendi “Ne demek bakanlardan boşalacak araba var” dedi. “Kaç para Mercedes?” diye sordu. “Hemen sipariş vereceksiniz” dedi. Ömer Bey’e de “Yarın kendi makam aracınızı geçici olarak Bülent Bey’e vereceksiniz, araba geldiğinde hemen değiştireceksiniz ve kendisinden özür dileyeceksiniz elde sıfır araç olmadığı için” dedi. Bülent Bey hastanedeyken Rahşan Hanım’ın bindiği araç o sıfır Mercedes’ti.
Abdullah Gül’le aranız nasıldı?
Çok beraber olmadık. Birebir çalışmamız olmadı.
İŞTE AHMET TEZCAN'IN MERAK EDİLEN KOVULMA ÖYKÜSÜ
Yedi ay önce Başbakanın basın müşaviriydiniz, istifa ettiniz Sabah gazetesi yönetim kurulu yayın danışmanı oldunuz ve yaklaşak bir ay önce kovuldunuz. Siz gerçekten sabah gazetesinden kovuldunuz mu? Bu benim aklıma hiç yatmıyor...
- Kovuldum. Beni Serhat Albayrak işe aldı ve Serhat Albayrak çıkardı. Bence son derece makul.
Bu sertlikte olmamıştır. Başbakanın eski basın müşavirisiniz, Serhat Albayrak başbakanın damadının erkek kardeşi, Ahmet Çalık başbakana yakın bir işadamı. Serhat Albayrak'ın babası Sadık Albayrak arkadaşınız ve başbakanın dünürü.
- Olabilir. İş başka, arkadaşlık başka. Olmadı. "Sizinle çalışmama kararı aldık" dendi. İnsan kaynakları müdürü aradı, bildirdi. Sonra Serhat Albayrak'la üç dakika görüştük. "Hayırlısı olsun" dedim, çıktım.
Yerinize biri geldi mi?
- Gelmedi. İhtiyaç yok bence. Dolu bardağı dolduramazsınız. Bardak dolu.
Peki, siz bardağın dolu olduğunu daha önceden hismetmiş miydiniz? Yoksa kovulmanız büyük sürpriz mi oldu?
- Sürpriz olmadı. Biliyordum, ayak sesleri vardı bunun. Çalışma stilimiz birbiriyle örtüşmedi. " Yavaş yavaş, grup içi dengeler" denen bir uygulama vardır ya, ben biraz hızlıydım. Hatta haddinden fazla hızlıydım. Genel yapı içinde uyum kaybolmuştu. Grup sinerjisi yoktu. Sabah, ATV, Yeni Asır, dergiler birbirinden çok kopuktu. Ben koordinasyon olsun istedim. Çünkü karşılaştığım yapı babıali tarihinde görüp görebileceğim ender bir yapıydı, benim için zenginlik oldu açıkcası. "Bu da olabiliyormuş demek ki" dedim yani. Yayın politikasında da aklıma yatmayan işler vardı. Gerçek anlamda gazetecilik yapılmıyordu. Biraz danışmanlığın ötesine geçtim galiba ben de.Üç maymunu oynayamadım. Ahmet Çalık iyi niyetli bir insan. Eylülde, Ramazan bayramında herkese yarım maaş ikramiye dağıttı herkese. Fakat buna rağmen Ergun’un seçtiği belli birilerine "aman bunlar başka gazeteyegidecek" diye yedi sekiz maaş ikramiye dağıtıldı. Kibar soygun yapıldı. büyük üç kağıttı. Çünkü asla gitmeyecek olanlara, gidecekmiş gibi gösterilip dağıtıldı o paralar. Bu büyük huzursuzluk yarattı. Ergun gitti, onunla birlikte aman gidecekler denilip de parayı alan herkes orada hala. Olacak iş değildi. Gazetecilik düzgün yapılmıyordu. Oradadaki bazı entrik zekalar, bu zekalarının onda birini gazetecilik yapmak için kullansalar gerçekten Sabah gazetesi uçardı.Kendi de yazdı ya zaten veda yazısında ( Ergun Babahan) Bu kadar arabesk bir veda yazısı da hiç görmemiştim. Ama şu anda kimlerle olduğuna bakarsanız o yazının çelişkileri de çıkar ortaya. O yazıda " bir hayat tarzını ve ayrıcalıkları bırakıp gidiyorum" diye yazdı. Gazetecilik yerine bir hayat tarzı ve ayrıcalıklara odaklanmışlardı işte. Biz gelene kadar –Rıdvan Memi ile birlikte- o gazete Deniz Feneri ile ilgilihaber yapmamıştı. Böyle bir vaka vardı. Bir vakıayı hiç görmemekle tamamen yalan haber yazmak arasında hiç fark yok. Deniz Feneri'ni görmeyeceksin Zahit Akman'ın basın toplantısını Yeni Şafak ve Starla aynı gün yayınlayacaksın. Olur mu öyle şey? Olanı olduğu gibi ver bütün tarafların görüşünü de koy, hakkaniyetli ol, gazetecilik neyi gerektiriyorsa onu yap. Sonra Genelkurmay brifingi için 4. dünya ülkesi gibi "başbuğ kriterleri" diye manşet atacaksın, buna da gazetecilik diyeceksin. Benimle aynı gün işe başlayan Haber Koordinatörü Rıdvan Memi bu anlayışı değiştirmek için tam 4 ay ne çileler çekti orda, birinci dereceden şahidiyim. Dayanılmazdı gerçekten.
Sizin Ergun Babahan'la en başından iyi başlamadı zaten ilişkiniz değil mi? Sizi yazı işleri toplantısından kovdu. En azından böyle yazıldı.
- Çok kabaydı gerçekten. Ben toplantıya geldim arkadaşlara oda oda dolaşacağıma toplu merhaba demek istedim. "De bakalım merhabanı" deyince benim tepem attı. Ama o tavır şahsıma değildi, pozisyonumaydı. Yerini koruma refleksiydi Ergununki. Dolayısıyla oradan kovulan ben değildim. Bunu gördüm. Güldüm, çıktım odadan. İlk geldiğim gün başlamıştı problem.İstanbul'a gelip Serhat Albayrak'la anlaştığım gün Ergun'la binanın girişinde karşılaştık, ona bildirmemişler sanırım beni almak istediklerini, "ooo nasılsın" diye tokalaşıp öpüştük, ben ayrıldım Ankara'ya döndüm istifamı vermek için. Benim kurum içi duyurum yapıldığında Ankara'daydım. Ankara büroyu ziyarete gittim. Okan Müderrisoğlu ve bütün arkadaşlar ordaydı. Konuştuk, sohbet ettik. Sonra Okan Müderrisoğlu'na yapmadıklarını bırakmamışlar "neden onunla ilgilendin" diye. Üç gün sonra da yazıişlerindeki ohadise yaşandı. Komedi yani...
Siz kovulduğunuza göre, Serhat Albayrak da hükümeti ne olursa olsun desteklemek istiyor demek ki diyeceğim ama Ergun Babahan da Sabah'dan gitti. Kim aslında ne istiyor, anlamadım.
- Öyle bir şey söz konusu değil. Ergun gitmedi o da benim gibi kovuldu. Haber Koordinatörü Rıdvan Memi, yeni bir haber yapılanması istemişti. Buna çok ihtiyaç vardı çünkü. Ergun karşı çıktı. Çok ciddi kriz oldu. Rıdvan Memi, benim yapılanmam şudur dedi. Ergun kabul etmedi. Araya birşeyler soktu, muğlak bıraktı. Derken yönetim hem Ergun'un hem Rıdvan'ın gitmesine karar verdi. Ergun Babahan kovulabileceğini hiç düşünmedi bence. Ahmet Çalık'a da herhalde çok aracı gitti, biliyorum ama Ahmet Bey fikrinden geri dönmedi. Ergun Babahan, zekasını gazetecilik için kullansaydı Ertuğrul Özkök'ü yerinden sarsardı. Yazık oldu, bence büyük bir fırsatı kaçırdı.