Bartın E Tipi Askeri Cezaevi
Yıl:1987
Cezaevinde, baskılar yoğunlaşmış durumda.
Açık görüş engelleniyor.
Dışarıdan yiyecek getirilmesi yasaklanmış.
Havalandırma süreleri 15 dakikaya inmiş.
Tahliyeler durdurulmuş.
Mahkûmlar tek tip elbise, giymeye zorlanıyorlar.
Çaresizlik mahkûmları açlık grevine sürüklüyor. 23 gün süren açlık grevi sonunda “tek tip elbise” haricinde mahkûmlar istediklerini idareye kabul ettiriyorlar. İşte o günlerde, H.İbrahim Yaman'ın tuttuğu günlükten notlar;
***
Halil İbrahim Yaman
Halil İbrahim Yaman 1957 doğumluyum. Bolu Ticaret Lisesi mezunuyum. 12 Eylül'e kadar Sivas'ta sınıf öğretmenliği yaptım.
Sol kuşağa ilginiz nasıl oldu?
Öğrencilik yıllarımız Bolu'da geçti. Amcaoğlu solcuyken, dayıoğlunun sağcı olabileceği, her kesimden insanın olabileceği bir ortamda büyüdük biz. O dönem Türkiye'de silahlı çatışma ortamları olmasına rağmen, biz Bolulu gençler olarak diğer bölgelere nazaran çok büyük yaralar almadık. Bu konuda şanslı sayılırız. Biz dışarıda okuyan öğrenciler, gidip geldiğimiz de oradaki bilgileri buraya aktarıyorduk; ancak buraya geldiğimiz de farklı, orada farklı davranıyorduk. Çünkü oraya gittiğimizde kendimizi bir çatışma ortamının içinde buluyorduk. Ben Ankara'da bir hafta kaldığımı hatırlamıyorum. Bolu'ya Perşembe ya da Cuma akşamından kaçar gelirdik. Okulun Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Mali Bilimler ve Muhasebe, Cebeci'de Cumhuriyet Yurdu'nda kalıyordum. Cebeci'de kalmamın nedeni de Necdet Bozkurt Erdoğan. Tesadüfen yıllar sonra öğrendim adını da.
4 yıl boyunca aşağı yukarı 40–50 gün zor gittim okula, ama son sınıfa kadar geldik okulda. Hatta birinde şöyle bir olay oldu. İsmail Esen isimli bir arkadaş vardı. Beni Site Yurdu'na götürdüler. O sahip çıktı bana. Site yurdu sağcılarındı oraya götürülenin yurttan sağ çıkması çok zordu.
Mesela Ayhan Acar var, bu arkadaşım benim yanıma gelmeye korkardı. “Ağabey sen tanınıyorsun” der, okula benimle gelmezdi. Beni Site Yurdu'na götürdüler, sonra İsmail Esen devreye girdi, nasıl olduysa bizi serbest bıraktılar. Sonradan zaten ben okula gitmedim, sadece sınavdan sınava gittim.
Burada anlatmak istediğim, Bolu'da bu tür olaylar olmadı. Dışarıdan gelenler mesela bu işi yaptı. Adana'dan gelenler, Eskişehir'den gelenler…
Hatta bizi ateşleyen şeylerden biri, Cuma namazının ardından sağ görüşlü öğrenciler, Adanalılar ilahilerle yürüyüş yaptı. Onlar bin kişi civarındayken, biz 15 kişi ya var ya yoktuk. Ama ne cesaret bu grubun içine daldık, onları dağıttık.
Darbe dönemi…
Aileden ve sosyal çevreden aldığımız belli eğitimler vardı. Lise dönemlerinden itibaren siyasi düşüncelerim şekillenmeye başladı. Benim dedem İstiklal Savaşı gazisiydi. Özde yani cumhuriyetçilik, ulusalcılık, ülkeye sahip çıkma düşüncesi var. Ama aileme ve akrabalarıma baktığınızda solculuk yok; ancak onlarda da böyle büyük bir ülke sevdası var. İşgallere karşı çıkmış evde büyüklerin olması, bu tür hikâyelerin evde sık sık anılması bizleri etkilemiş olabilir. İSTİKLAL SAVAŞI GAZİSİ DEDEMİ, TELEVİZYONDA GÖRDÜM
Mesela 1988 yılında Bartın Cezaevi'ndeyken dedemin resmini gördüm televizyondan. Haber saatinde dedemi televizyonda izlemek beni orada gururlandırdı. Yani o zaman şöyle bir düşünceye kapıldım. Benim dedem Cumhuriyetin kurulmasına bir harç koymuş mücadeleleriyle. Ve dedim, benim burada olmam dedemin nedeninden pek farklı değil. Mesela şimdi aklıma şu geliyor, komutanları şimdi içeri atıyorlar. Yani bizi o dönem atanlar bugün içeri kendileri girdi. Öte yandan dedem aklıma geliyor, çelişkiler işte. Ülkenin bağımsızlığını tehdit edenlere karşı biz o dönem mücadeleler yaptık. Fakat sizi karşı taraftan taşlayanlar kimlerdi, diye soracak olursanız o da ülkücülerdi. Yani o dönem sol, ülkenin bağımsızlığını tehdit edecek unsurları iyi tespit etmiş.
24 Ocak kararlarının hazırlanması, 24 Ocak kararlarıyla çalışan üreten insanların ücretlerinin sabit kaldığı, zorunlu ihtiyaç maddelerinin sürekli zam gördüğü bir sistem oluştu. Böyle bir sistem karşısında halk ne yapacak? Ayaklanacak. E bunlar nerelerde toplanmış? Sendikalarda, derneklerde… Peki, bunları kim durdurabilir? O dönem Ya asker, ya polis ama sol bunu tespit etti. Cunta geliyor, şeklinde sol örgütler o dönem uyardı.
12 Eylül kime karşı ve niçin yapıldı?
12 Eylül, siyaset ve ekonomiyi keskin bir şekilde dönüştürmeye yönelikti. Bu Türk Milleti'ne karşı yapılmış bir darbedir.
Peki, o dönemki generallerin “Biz akan kanı, anaların gözyaşını dindirmeye geldik” şeklindeki söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii öyle diyecekler. Yoksa çıkıp “Cumhuriyetin kısa dönemde elde edilen değerlerini, kamu iktisadi işletmelerini çarçur edip, yabancı işletmelere vereceğiz” mi diyeceklerdi.
O süreçte sosyal duyarlılık sahibi çalışkan öğrenciler olduğumuz için hem sporda hem okulda, hem değişik sosyal alanlarda, çok başarılıydık. Jean Paul Sartre'nin bir kitabında 1929 yılından sonra insanlar arasında toplumsal olarak değil de, bireysel başarıların körüklendiği, sermayenin bunu desteklediği göz önüne seriliyor. Başarısızlıkların bireyselleştirilmesi, kişiselleştirilmesi yani toplumsal birlikteliğin elimine edilmesi gerektiği, Ben 12 Eylül'de ne yaptım diye kendime sorduğum da zararlı hiçbir şey yapmadığımı görebiliyorum. Çünkü ailemi ne kadar sevdiysem vatanımı o kadar sevmişim, eşimi ne kadar sevdiysem vatanımı o kadar sevmişim. Gazi olan dedemi ne kadar sevdiysem askerlerimizi de en az onun kadar sevdim, yani bir küskünlükte yok. 12 Eylül'le ilgili bir zafiyet ya da rahatsızlık duymuyorum. Birçok arkadaşımız içerden çıktığı zaman bize mektup yazıyorlardı. Eski ilişkiler yok diyerek, yakınlarıyla ilgili konularını yazıyorlardı. Ancak ben hiç böyle bir beklenti içinde olmadım, bana methiyeler yazılmasını istemedim. Ama ziyarete yaşlı başlı insanlar geldi. Bir defasında da Aşçılar Derneği Başkanı Mehmet amca ziyarete geldi ama hiç unutmam sürekli sorular soruyordu. Çünkü ben anladım, bu insan 11 sene içerde yatmış kafayı mı yemiş, ya da rahatsızlığı var mı, onu anlamaya çalışıyor. Biri 'Yazık ettiniz gençliğinize' deyince, ben çocuğun var mı diye sordum. 'Var' dedi. 'Çalışıyorlar mı?' diye sordum. 'Hayır' dedi. 'Ya eşleri!' diye sorduğum da 'Onlarda çalışmıyorlar' dedi.
Sonra sordum oradakilere sizin çocuklarınız kumar oynuyor mu? Oynuyor. Peki, amca bu özelliklerden bende hiçbiri yok. Her gün burada okuduk yazdık. Bunları yapabilmek her yeni gün bambaşka biri olabilmek için içeride ya da dışarıda olmak fark etmiyor.
YAŞANAN İŞKENCELERDEN ANLATILANLAR ABARTMA DEĞİL, UNUTULANLARDAN ARTA KALANLAR
12 Eylül'de sıkıyönetim komutanlığında örgüt kurma ve faaliyetlerinde bulunma devlete zarar verme yani bildiğimiz 146'ya 1'inci maddeden yargılandık. Ve 6 kişiyle hemen hüküm aldık. Önce idam cezası aldık, ardından cezamız ömür boyu hapis cezasına çevrildi. Aşağı yukarı 46 ay Mamak'ta kaldım. Ardından bizleri farklı bölgelerdeki hücre tipi cezaevlerine gönderdiler. Başka davadan gelip davalarımız birleştirilen ve birlikte yargılandığımız Ferai Demir, Süleyman Sinan Ergin, Aydın Yılmaz, Yener Metiner, Abbas Aslan vardı. Ben Mamak'ta kaldım bir süre, ardından Ankara Ulucanlar Cezaevi'ne gönderildim, ardından Bartın oradan da Aydın'a nakledildim. Ve buradan da tahliye edildim 2 Ağustos 1991 tarihinde.
Türkiye'de şu an bile işkence suçu işlemekten yargılanan güvenlik görevlileri var. O dönem yaşanan işkencelerden bugün anlatılanların abartma değil, unutulanlardan arta kalanlar olduğunu düşünüyorum. Cezaevi aşamasına gelince, Mamak'ta 46 ay kaldım ve bu süre zarfı boyunca hep dayak yedim. Koğuşlarda ya 3-5 kişi olarak ya da tek başıma dayak yerdim. O dönem benim nasıl biri olduğumu bilen ve idam cezası aldığımı duyan kimse inanmadı. Zaten bizim davamızda cinayet olsaydı bizi idam ederlerdi ibreti alem olsun diye. Ben idam cezası alınca kendi kendime sordum: “Vay be, biz neymişiz?”
BEN TARAFIM, TÜRK MİLLETİNİN TARAFINDAYIM
Ben kişisel olarak tarafım. Tarafım Türk Milleti'nin tarafındayım. Taraf olarak birileri bizi yok etmek istiyorsa biz muhatabız. Bunun adı mağduriyet olmamalı. Biz ülke zenginliklerini korumak için, yabancı sermayeye karşı koruyan taraftaydık. Ülke zenginliklerini ele geçirmek isteyenler, ülkeyi talan etmek isteyenler tankıyla, tüfeğiyle geldi. Bundan daha güzel bir muhataplık olamaz.
Benim o dönemki günlüklerimin bir kısmı hala duruyor. O dönem 40 günlük açlık grevi gerçekleştiriyorduk, en azı 21 gün olan değişik günlerde grevler yaptık. 21 günden az olan açlık grevlerimizde var; fakat biz onları saymıyoruz.
Cezaevi sürecinde hayatını kaybeden ya da ruh sağlığı bozulan arkadaşlarınız oldu mu?
O dönem cezaevi arkadaşlarım arasında ruh sağlığı bozulanlar, kendilerini yenileyemeyenler oldu.
Ailem her zaman bana karşı korumacı, sahiplenmeci şekilde davrandılar. Ben çıktığımda annem 52 yaşındaydı ve çıkar çıkmaz annem kansere yakalandı ve 6 ay sonra kaybettik. Babam mesela prostat kanserine yakalandı ve yaşamını kaybetti. Eğer o dönem bir bedelden bahsedeceksek bu bedeli en başta anne ve babalar ödedi.
SİGARAYI CEZAEVİNDE ONURUM İÇİN BIRAKTIM
Bolu çapında abim de sol siyasi hareketin içindeydi. Yaklaşık 3 yıla yakın bir süre yattı. Ben bazı kötü alışkanlıklarımı Mamak'ta bıraktım. 2 arkadaş Maltaya çıkmamak için kavga ediyorlar. Dediler ki izmarit toplayacaklar. O günden itibaren dedim ki ben bu alışkanlığı bırakırım arkadaş. Biz dünyayı ele geçirecektik ama bakıyorum çok basit şeyler için birbirimizle kavga ediyoruz. Dışarıda da bunun örneklerini görürüz. Ticarette geçinemiyorlar solcular birbirleriyle.
12 Eylül'ün hesaplaşmasını AKP yapabilir mi?
Bu bir oyun, halkın önünde oynanan. Geçmişte nasıl yapıldıysa. Yani bugünkü durumda geçmişteki gibi bir paslaşma olayı. Halkımızın da bunu kabullenmesi de kısa vadede normal.
Ben yerel seçimlerin dışında oyumu hep protesto şeklinde kullandım. Referanduma gitsem bile bunu ben protesto ederim. Hayır derim. Hayır demek birilerini desteklemek değil. Hayır demek, bu anayasanın halkımızın demokratik haklarının genişletilmediği anlamına geliyor. 12 Eylül Anayasası ne kadar kötüyse bu anayasa da o kadar kötü.
GAZETEDE “İDAM KARARINA GÜLEN MAHKÛM “DİYE FOTOĞRAFIM ÇIKTI
Mahkemede karar açıklanırken; idamına, ömür boyu hapis cezasına karar verilmiştir, denildi. Orada arkadaşlar çok kötü oldular. Ama ben tavrımı değiştirmedim ve benim tavrımı gören tutuklu annelerinden biri benim bu tavrımı yanlış anlamış. Benim sevincimden dolayı yanlış anlamış. Ben madem ceza aldık ailelerimizle sarılalım diye yeltendim, asker havada kaptı beni. O zaman benim beraat ettiğimi sandı oradaki anneler. Ben orada hiç karamsarlığa kapılmadım. Hatta biz gazetelerde, “Gülümseyen idam mahkûmu” olarak çıktık.
İnsanı insan yapan değerler toplamı size her şeyi veriyor. Ben yaşamım da düşüncem ve duygularımla özdeş yaşamış bir insanım. Ceza aldığım zaman ne bir başkasını nede kendimi suçladım. Aldığım cezayla da onur duydum. Onun da tepkileri yüzüme yansımış.
Cezaevine bir arkadaşım gelmiş, itiraftan çıkmış. Kardeşime dedim ki: “Getirme onu buraya.” Bizde elbise eylemindeyiz. “İlla bir görmem lazım” demiş. O zaman dedim ki kendisine, sakın bana telkinde bulunmasın. Ve ilk söylediği şu: “İbrahim, ben kuyuya bir taş attım. Bunun alt tarafı bir dilekçe yaz ve çık.” Ben hemen kalktım ve cam çerçeve gitti görüş kabininde. Geçmişte de bir birlikteliğim vardı o kişiyle.
BU BENİM DEĞİL, DEVLETİN AYIBI
Cezaevlerinde tek tip elbise uygulanıyordu. Bartın Cezaevi'nde bizi soydular. “Ben ne olursa olsun giymiyorum bu elbiseleri” dedim. Orda amaç boyun eğdirmek. Neyse bir kış mevsimiydi ve son 70 yılın en soğuk dönemiymiş, hani zemheri derler ya. Bir slip ve atlet var üzerimde. Banyo havlusu var, ikiye kestim bacağıma sardım. Çorabı da söktüm ip yaptım. Bugün streç denilen giysi var, biz o dönemde zaten o modayı yarattık cezaevinde. Neyse beni idareye götürdüler. Haliyle çıplak gidiyorsun. Slipe monte edilmiş havlu üzerimde. İdareye giderken arkamda bir kikirdeme. Döndüm kadın gardiyanlar bana gülüşüyorlar. Dedim: “Ne gülüyorsunuz? Bu benim ayıbım değil devletin ayıbı.”
BEN ARKADAŞLARIMI SATMADIM
Statü olarak, koğuşlar ayrılmıştı, karışık koğuşlar şeklinde sınıflandırılmıştı. Ama ben her gittiğim yerde duruş sergileyen bir insandım. Diğer arkadaşlarıma da sahip çıktım. Açlık grevini asla yarıda bırakmadım ama bırakana da sahip çıktım. Hatta o dönem arkadaşlardan biri eylemi bıraktığı için ajanlıkla suçlandı ve o da bunu hazmedemeyerek intihar etti.
Ben hayatım boyunca en uç noktada eylemde bulundum ama arkadaşlarıma da sahip çıktım. Ben her yerde ahkam kesenlere karşı masaya vuruyorum. 11 yıl sonra serbest kaldığımda 2'nci gün
evde otururken çıktım Anıt Park'a gittim gecenin üçünde. 5'e kadar oturdum. Annem hareketlendiğim de her zaman bir olay olacak diye ayağa kalkardı. O gece ilk defa kalkmadı. Ben o gece parkta sabahladım. Cezaevindeyken belli bir saatte yemekhane de, belli saatte havalandırma da olup da birden serbest kaldığınızda sanki uçak hava boşluğuna girdiğinde kendinizi nasıl hissedersiniz işte öyle hissettim. İnsan bir hafiflik hissediyor. Senin oradaki mutluğun ailenin, yakınlarının mutluluğu yani.
***
30.08.1987
Açlık grevinin 13.günü. Tansiyonum son iki gündür 9–7 ve 8–6. Bu sabah 11.30'da kalktım.10–15 dakika havaya çıktım. Kendimi iyi hissediyorum. Dün akşam da rahat bir uyku uyudum. İki gündür de sabahları çok tatlı ve ağır uykum oluyor. Gözlerimi zor açıyorum. Sanırım koğuşun havasının ağır olması uyuşuk olmamıza neden oluyor. Bol bol yatıyorum ve genellikle geçen son bir yılın olaylarını gözden geçiriyor tüm detayları hatırlamaya çalışıyorum. İyi vakit geçiriyorum. Ayrıca gelişen olayları daha detaylı tahlil etmeye çalışıyorum. Ve diyorum da. O haini biliyorum fakat kesinlik kazanmalı.
31.08.1987
Öğleye kadar yattım. Öğleden sonra da epey dolaştım. Nabız altmış civarında koğuşta gereksiz siyasi tartışmalar oldu. Bir tarafta A. Ekber, Şaban, Ahmet pek yararlı olmuyor. Olmadığı gibi insanları yıpratıyor da sessizce dinlemekle yetindim.
01.09.1987
Nabzım 54 kilom 49 tansiyonum 8–6
05.09.1987
Açlık grevinin 19.günü kilom 49 tansiyon 8,5–6
07.09.1987
47 kg tansiyon 6,5–5
08.09.1987
Akşam 6,30 civarında idareciler ve cumhuriyet savcısı geldi.Pek net şeyler söylenmedi. Topu bakanlığa atıp tüzüğü ön plana çıkarıyorlar. Bu şekilde nabız yokluyorlar. Dayatıcılığımız sorunları çözecektir.
09.09.1987
Dün akşam çok geç uyudum. Ali bayıldı. Temsilciler idarecilerle görüştü. Ve bu gece açlık 23. günü greve son verdik.
11.09.1987
En son 46 kiloya inmiştim. İki gündür yemek yiyoruz. Genellikle süt ve bisküvi, Muharrem ekmek ve zeytinle son verdi greve. Birçok arkadaş müdahale etti ama Muharrem'e hiçbir şey olmadı. Sanırım bundan sonraki grevlerde de zeytin ekmekle açar orucunu zira hoşuna gittiği gözlerinden belli oluyor. Bugün 52,5 kiloya çıktım. Yani 6,5 kilo aldım iki gün içinde. Daha tuvalete de çıkmadım. İki gündür yediklerimin ağırlığı olsa gerek.
***
KIRIK SANDALYENİN BİLE HESABINI VERİRDİK
Bülent Dinçtürk
1943 yılında doğdum. İlk ve ortaokulu Bolu'da, liseyi Ankara'da okudum. Bolu Belediyesi'nde göreve başladım. Belediyede Fen İşleri Müdürü olarak 6 yıl çalıştım. 1972 yılında belediyedeki görevimden istifa ettim. 1973 yılında Adalet Partisi'ne girdim. 1980 yılına kadar 2 dönem il yönetiminde görev yaptım. 1973-1980 arası iki dönem Bolu Belediyesi meclis üyeliği yaptım. Aynı zamanda encümen üyeliği, reis vekilliği görevlerinde bulundum. 1980 yılında 12 Eylül'de yasaklı duruma geldik. 12 Eylül'de meclis üyeliğim devam ediyordu ve Bolu'daydım. Adalet Partisi o dönem il başkanı Mehmet Cop'tu. Bize geldiler askeriyeden. Adalet Partisi o dönem var ola Başak Sineması'nın üstündeydi. Evraklarımızı, demirbaş eşyalarımızı tek tek incelediler. Hatta kırık bir sandalyelerimizi atmıştık, onun bile hesabını verdik. Dolayısıyla 12 Eylül mağduruyum diyenlere ben bugün sadece gülüyorum. 12 Eylül mağduru olan bizlerdik. Yasaklı olarak taki referandum yapıldı o zamana kadar yasaklıydık.
Gözaltı, soruşturma, dava açıldı mı?
Hayır. Kişisel olarak yargılanmadım. Geldiler baktılar defterlere. Hesaplara, kitaplara baktılar. Kırık bir sandalyenin dahi hesabını sordular. Sadece referanduma kadar yasaklı hale geldik. Sayın Özal'ın turuncu tişörtle “No” deyip otobüslerin üstünde Güneş Taner'le beraber yani bizatihi devleti de taraf haline getirdiler. Başarılı olamadılar, çünkü vatandaşın siyasi idaresi hakim geldi.
12 EYLÜL GÜNÜ BÜTÜN OLAYLAR BIÇAK GİBİ KESİLDİ
12 Eylül o günkü hükümete karşı yapılmış gibi gösterildi. Aslında hükümet taraf değildi. Ülkede bir karmaşıklık ortamı yaratılmıştı. “Kimler tarafından, nasıl yaratıldı?” bunun irdelenmesi gerekir. Memlekette o gün sıkıyönetim vardı. Sıkıyönetime rağmen bankalar soyulup, adam öldürülüyordu. 12 Eylül sabahı her şey adeta bıçak gibi kesildi. Bu nasıl oldu? O güne kadar ülkenin güvenliğine sahip olamayan ordu, o sabah nasıl odluda her şeye sahip oldu ve her şey nasıl bıçak gibi kesildi, bu da tartışılması gereken bir konu. Dolayısıyla sanki o günkü ordu bunun yapılmasını istiyormuş gibi veya bunun oluşumuna katkı sağlamış gibi bir görüntü verdiler.
Siz kendinizi 12 Eylül'ün muhatabı olarak görüyor musunuz?
Hayır. Çünkü biz kimseye kötülük yapmadık. Vatana, millete, ihanet etmedik. Dolayısıyla burada taraf olmamız gibi bir şey söz konusu değildir.
İktidarın 12 Eylül'le hesaplaşma söylemlerini samimi buluyor musunuz?
Bulmuyorum. Ancak kendilerini kandırıyorlar. Milleti de kandırıyorlar. Aradan 30 yıl geçmiş. Neyin hesabını kimden soracaksınız? Paşaların büyük kısmı hayatını kaybetmiş, 93 yaşında bir Kenan Evren kalmış. Bundan neyi, nasıl soracaksınız? Burada çok önemli bir nokta var, o da zamanaşımı. Bu da zaman aşımına uğramış bir olaydır. Burada sadece takiyye yapmak, görüntü vermek ve bu 12 Eylül olayının arkasına sığınarak bunu istismar etmektir. Sorulacak bir hesap yoktur. Çünkü 30 yıl geçmiştir. Belki arşivlerde kalmamıştır. Bunu bahane ederek, 8 yıl olmuş siz iktidara geleli. 8 yıldır niye sormadınız? Ekseriyetteydiniz. Bence samimi değil.
Şimdi bu anayasa referandumunda iki önemli madde var. Onlarda HSYK ve Anayasa Mahkemesi'dir. Diğer maddeler bana kalırsa dolgu maddesidir. Bu bakımdan bu iki maddeyi kamufle etmek ve bu maddeleri arka planda tutmak için diğer maddeler konulmuştur. Burada en önemli şey bu iki maddeyi geçirebilmektir. Çünkü hemen hemen ordunun işi tamamdır. Operasyon ayağı olarak yargı kalmıştır. Yargıyı da hallettiler mi artık ayaklarına batacak diken kalmamaktadır. Artık arkasından ne gelir bilmiyorum. Toplu sözleşme hakkı dediler. Grev ve lokavt olmayan bir toplu sözleşme hakkı. Burada inandırıcı maddeler yoktur. Ben bu bakımdan yeni anayasanın hayırlı olmasını diliyorum.
TÜRKİYE VE BOLU'DAN “EVET” ÇIKACAK…
Referandumda tahminim kesinlikle Bolu'dan evet çıkacak. Ülke genelinde de evet çıkacak. Çünkü referandumu bilmiyorlar, anayasayı bilmiyorlar, anayasanın içeriğini hiç bilmiyorlar. Vatandaş, liderlerden hangisi hangisine daha çok çamur atarlarsa, daha çok sesi çıkıyorsa ona bakıyorlar, hangisi daha çok reklam yapıyorsa ona bakıyorlar. Ki bunu AKP iyi başarıyor. Gazeteler tamamen dolu, karayolları kenarlarındaki reklam panolarında evet var. Bilmiyorum seçim yasakları denilen şey var. Bunları devlet olarak mı, iktidar olarak mı, parti olarak mı veriyorlar bilemiyorum. Bunlar tartışılmaya değer hususlar. Ama bence Türkiye'den ve Bolu'dan evet çıkacak. Çünkü halkımız bu konuda bilgisiz.
Referandum iktidarın bir güvenoyuna dönüşür mü?
Bence değildir. Bu iş sulandırılmıştır. Önümüzdeki seçimler kanaatimce çok farklı neticelere ulaşacaktır. Vatandaş yine hükümete yol verelim, biraz daha çalışsın gibi algılamaktadır. Vatandaş istismar edilmektedir. Sağlıklı bir netice çıkacağını zannetmiyorum. Bu normal bir seçim havasına dönüştürüldü, bu da yanlıştır. Tasvip etmediğim şeyler, liderlerin birbirlerini belden aşağı vurmaları. Saygı ve terbiye hudutlarını aşan argo kelimeler kullanmaları devlet adamlarına yakışmayan kelimeler kullanmaları bu vatandaşın son derece zoruna gitmektedir. Tasvip etmemektedir. Vatandaşlarımız onlardan çok daha seviyeli konuşmalar yapmaktadırlar. O bakımdan siyasetin bu kadar ayağa düşürülmesine karşıyım.