Washington Post Gazetesine dahi yaşadığı kenti yani Mudurnu'yu “Tavuk Başkenti” olarak manşete taşıtan Tevfik Türesin, ticari yaşamında çok önemli projelere imza atmış. Bolu'nun sanayileşmesine ve turizmine önemli tesisler kazandıran, Tevfik Türesin bir dönem Gentaş A.Ş, Bolpat A.Ş, Mastaş A.Ş, Seben Süt, Mudurnu Tavukçuluk A.Ş, Sünnet Gölü Doğa Otel'in sahibi ve Mudurnu Fried Chicken Resturant zincirinin yönetim kurulu başkanı idi. Bu muazzam sanayileşme çabasının mimari Tevfik Bey çalışma hayatına memuriyete başlamış.
RÖPORTAJ : Zeki ERCİVAN
Sizi tanıyabilir miyiz, sizin aileye “Çarşambalılar” deniliyor. Bu deyim nereden geliyor?
1936 yılında Mudurnu'da doğdum. Kökenimiz çarşambalı. Daha önce Mudurnu nahiyesiydi, daha sonra Seben oldu. Bize Çarşambalılar denir. Benim babaannem Çarşambalı, yani Seben'in Ustasofular köyünden. Onun haricinde bir dedemizde oradan Mudurnu'ya içgüveysi gelmiş. Yani hem anne tarafından hem baba tarafından Çarşambalıyız. Dolayısıyla Çarşambalılar denir. Benim babamın adı Mustafa Türesin ama Çarşambalı Hafız diye geçerdi. Babam işadamıydı, kerestecilik, manifaturacılık yaptı, kundura tezgâhları vardı. Mudurnu'ya yerleşmişler. Zaten Mudurnu'yla Seben'in farkı yok. At ile 5–6 saatlik yol. Çarşamba'da yani Seben'de iki manifatura dükkânımız vardı. Nallıhan'da da vardı. Biz üç kardeşiz. Abim Mehmet Türesin, ablam Saime Türesin.
Tevfik Bey nerde okudunuz?
1951'de ortaokulu bitirdim. Mudurnu ortaokulunun ilk öğrencilerindenim. Süha Beyin babası Yusuf Ziya Alparslan benim baş hocamdı. Hatta ölmeden 1 sene önce Abant'ta karşılaştık, görüştük. Hatıralarımızdan bahsettik.
Çalışkan bir öğrenci miydiniz?
Yusuf Ziya Hoca, matematik hocasıydı. Bende vasat bir talebeydim, pek ders çalışmazdım. 32 kişiydik, 6 kişi geçti ortaokul bitirmelerde. 6 kişinin içinde ben vardım. Birinci karne 1-2-3, 1-2-3… Böyle toto oynar gibi. O zaman ikinci karne yoktu. Bitirmelerde 1 ay sıkı çalıştım. Yüzde yüz kalacak diyorlardı hocalar ama direkt geçtim. Yusuf Ziya hocam geldi çekti beni bir kenara, “Sen kopya mı çektin” dedi.” Hiç tahmin etmiyorduk senin okulu bitireceğini”, dedi.
Daha sonra…
Ardından 1952'de İstanbul Ziraat Lisesi'ne gittik Halkalı'ya. Orada 3 sene yatılı olarak okudum. Ziraat Lisesi o zaman 3 taneydi. İzmir'de, Bursa'da ve İstanbul'da vardı. Çok kaliteli bir okuldu. Sonraki yıllarda çoğaltılınca dejenere oldu bu okullar. Bu okuldan mezun olanların tümü hayatlarında başarılı oldular. Şerafettin Erbayram'da Bursa mezunudur. Şükrü Türker'de bizim okuldan mezun. Okulu bitirdik, esas tavukçuluğa orada başladık. İstanbul'daki okulda öğleye kadar kitap okurduk, öğleden sonra da uygulamalı eğitim görürdük. Ve tavukçuluk dersi vardı. Tavukçuluk da o zaman yeni gelişiyor. Legorin cinsi var, New Hampshire var.
Orada siz ülkeye özgü bir tavuk ırkı üretme çalışması mı yapıyordunuz?
Orada kuluçka makineleri vardı. Gazlı makinelere koyardık, gece arkadaşlarla nöbet tutardık. Gaz eksilir, çoğalır diye. İrfan Bey Amerika'ya gitti, 2 sene kaldı. 2 sene sonra gelişte New Hampshire ırkı daha yeni çıktı. Hem et, hem de yumurta, kombine bir ırk. Türkiye'de yok. Uçakta koliyle getirdi bunları. Biz bunu makinelere bastık. Oradan sanırım 220 civciv çıktı. Bunları büyüttük, geliştirdik. Türkiye'de o zaman New Hampshire ırkını biz yetiştirdik. Hayvancılığa kafam yatıyordu. Orada peynir, süt, kaymak, tereyağı ve şarap bile yaptık. Uygulamaya yönelik bir eğitim aldık, İnek dahi sağdık. Ayamama Deresi diye bir yer vardı, biz ot biçerdik. Hep üretime yönelik eğitim aldık. Ziraat Mühendisleri gelirdi, onlara şu şöyle, bu böyle diye bilgi verirdik. Eğitim 3 yıl sürdü. Seben ve Mudurnu'da manifatura dükkânlarımız vardı. Mudurnu'da en zenginler içerisinde gösteriliyoruz.
Sizin kökten zenginliğiniz geliyormuş, sizde mi esnaflık yaptınız?
Yok, ben memuriyete gireceğim, diyerek dükkânları ağabeyime bıraktım. Memuriyete girdim, 1964'te ziraat odası kuruldu. Biz ziraat odasında tabii üyeydik. O zaman Bolu'da teknik ziraat müdürlüğü vardı. İlçelerde de ziraat teknisyenliği vardı. Ziraat teknisyeni olarak çalıştım. Bir ziraat odası kanunu çıktı, zirai işlerle uğraşılması lazım. 200 tane regorin, 200 tane aldım New Hampshire damızlık, Horozlu bunlar. Bunlardan çıkan yumurtalardan civciv çıkardık. Göynük'e, Mudurnu'ya, köylülere damızlık civciv dağıttık. Ericek'in babasına Mahmut Abi'ye ben veriyordum civcivlerini. 1967'de ziraat odası bırakalım bu tavukçuluğu dedi. Ben o tavukları satın aldım. Tavuk çok kıyametli, Beyaz ete devam etmeye karar verdim. O zaman hy-line ırkı çıktı, yumurta tavuğu. Dedim ki, broilere başlayayım. O arada sene 1969'du. Radyocu Selahattin var. Onunla iyi konuşuruz. Süreyya Astarcı'da vardı. Onlara dedim ki, “Sizde bu işe girin. İyi para kazanılıyor. Beraber yapalım.” Düşünüp taşındılar, “Olur” dediler. Selahattin Ağabey, Süreyya Bey ve ben ortaklık kurduk. Ziraat odası tavukları sattıktan sonra boşalan bir yer vardı. Orayı kiraladık. İzmir'den gittim. Giderken hava çok iyiydi, güllük gülistanlık. Dönerken Kızılcahamam'a geldik, bir kar başladı. İki silindirli uyduruk bir arabayla gitmiştik. Bolu'ya geldik, Mudurnu yolu kapalı, dediler. 2 bin ya da 3 bin tane hayvan var. İnsan bile donar. Kapalı olsa da ben gideceğim dedim. Kapalı olan bölgeye geldim. Araba hafif olduğu için gazda sıkışmış soğuktan. Araba batmadan yüze yüze Tepe Karakolu'nu geçtik. 200 tane ölü çıktı, eğer bu işi bilmesem yarısı giderdi.
Hiç tavuklarınız telef oldu mu?
Olmaz mı hiç? Kümeste daha evvel yumurta tavuğu olduğu için oradan bulaşan mikropla tavuklarımız hasta oldu. Ortaklardan Selahattin Ağabey de bu nedenle rahatsızlandı. Ortaklar bozuk çalmaya başladı ve ortaklık bozuldu. Ama hiç zarar etmeden ayrıldık. Yumurta satmaya devam ediyorum. Ereğli'den yumurta almak için geliyorlar. Ben köylerden yumurta topluyorum bu arada. Verdiğim tavukların yumurtalarını topluyorum. Haftada 30-40 bin yumurta topluyordum. Ereğli'den bir toptancı gelip alıyordu. Bir kısmını da ben Ankara'ya satıyordum. Ben 50 kuruşa Ankara'da satıyordum. Bana “Aptal mısın, bu fiyata satılır mı?” diyorlar. Diyordum ki, “Ben Ankara'yı öğreneceğim.” O arada ufak tefek broilerde yapıyorum. Ben işi geliştirdikçe etrafa da yayım yapıyorum. Diyordum ki, “Şu kadar tavuktan şu kadar kazandım. Sen de yap. Sen de yap.” diye diye1970 yılında 6-7 kişiyi inandırdım. Onlara da kendi kümesim gibi baktım, ilgilendim.
Süreyya Astarcı ile ortaklığınız nasıl gerçekleşti?
Sene 1973. Yine Ankara'ya gidiyorum işler için Fazlı Kul'a. Birgün bir baktım Süreyya bakkaliye yaptığı için Ford kamyonu vardı. 2 tonluk. Onunla kafesleri yüklemiş tavuk yüklüyor. “Hayrola” dedim, “Hani sen tavukçuluk yapmayacaktın?” dedim “Ağabey bugün hususi geldim, ben seninle yeniden ortak olmak istiyorum.” dedi bana. Öyle deyince, “Selahattin Ağabey, sen ve ben üç ortaktık. Şimdi Selahattin Abi'yi bırakıp nasıl ortak olacağız?” dedim. Ondan sonra bana dedi ki, “O zaten istemiyordu.” Sonra Selahattin Abi'ye gittik. Yeniden ortaklık yapmak istediğimizi söyledik. “Sende yeniden ortak olur musun? dedim. Olmam deyince, ben Süreyya'yla yeniden ortaklığa başladık. Ama ortak olurken benim kurulu düzenim var. Yumurta işim var, pazarım var, ayda 7 bin broiler çıkarıyorum, 20 kişiyle çalışıyorum. Bir binek arabam var, birde minibüsüm var ayrıca. Ekipmanım var, hayvanım var. Benden bu kadar şey varken, “Nasıl ortak olacağız? Bize bir minibüs yetmiyor. Sen bir kamyon alırsan, AS 600'ler çıktı o zaman, ortak olalım” dedim. “Tamam” dedi. Ama araba bir hafta oldu gelmedi. Sonradan dedi ki, “Babam razı olmuyor, AS 200 alalım.” O zaman dedim, ortaklığı ayırıyoruz. Bunun üzerine gitti, ertesi gün kamyon çekildi. Ve ortaklık öyle başladı.
Siz memurluğu bıraktınız mı o dönemde?
Ben o zaman hala devlet memuruydum. Görevime devam ettim. 1974'te kesimhane kurduk. Kesimhane de çalışacak adamları Süreyya gider bakkal dükkânını çalıştırırdı. Hafta da 3 gün de kesim yapardık.
Sizin memuriyetinize ticaretin zararı olmadı mı?
O arada beni ticaret yapıyor, diye beni kaymakama valiye şikâyet etmişler. O zamanda teknik eleman olduğumuz için kaymakam vali bize pek fazla karışamaz. Konu teknik ziraat müdürlüğüne intikal ediyor. Teknik ziraat müdürü de Şadan Bey. Bir gün telefon etti, “Mudurnu'ya geliyorum” dedi. “Öğlen Meram'a gideceğim, bütün memurlarda oraya gelsin” diye söyledi. 6 tane teknik elemanız, hepimize ne yaptığımızı sordu. Herkes bir şeyler söyledi, bana sorunca da bende, “Akşam İzmir'den 5 bin tane civciv geldi, onların yerleştirdim. Sabaha kadar da başında bekledim.” dedim. Diğerlerine doğru konuşarak, “Bakın arkadaşınız nasıl çalışıyor? Görüyor musunuz? Siz memur musunuz, ziraatçı mısınız? Bir de böyle adamı şikayet ediyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Bundan sonra Tevfik'in kılına dokunana ben dokunurum, ona göre ayağınızı denk alın.” dedi. Bu söz üzerine hepsi mosmor oldular.
Siz daha sonra derin bir oh çekmişsinizdir…
Tabii, ondan sonra rahatladım. Önümüz açıldı. Eğer Şadan Bey bu operasyonu yapmasaydı, tavukçuluk ölmüştü. Ondan sonra daha rahat çalıştım. Baktık büyüyoruz. Pazarlama da sıkıntılar başladı, dedim pazarlamayı kendimiz yapacağız. Ankara'ya bir dükkân açalım dedim. 1976'da Ankara Maltepe'ye dükkân açtık. Dükkanı açtım açtığımız gün istifa ettim.Akşam hayvanları kesiyorlardı, o zaman kutu falan yok. Önüne bir demir arkaya bir demir. Gece boşaltırdım. Sabah gelirdim mesaiye. Bu şekilde günlerce aylarca uyumadan günde bazen 18 saat çalışmakla, bazen ardı ardına 36 saat çalışarak istifa edinceye kadar bu işi yürüttüm. Bugüne bugün Süreyya Bey bir kere araba şoförü olarak gelmedi. Bir tavuk sepetinin üzerinden tutmadı. Bir sıkıntıya geldi mi onun bir hastalığı vardı bağırsaklarından yatardı. Pazarlamayı ele alınca o sıra Ankara'da Gima Marketleri vardı.Ben hemen Gimaları bağladım. O zaman 18'di sonradan 26'ya çıktı. Onlara bizzat servis yapıyorum. Tavukları naylon poşetlere koyuyoruz. Gazetelere reklâm veriyorum bir taraftan. Böyle tanıttık kendimizi. Biz o esnada belediye mezbahanesinde tavuğu kesiyorduk. Tamburlu yolma ve haşlamayla. Bir işçim vardı Hasan Duman. Bir günde eliyle 400 tavuğu yolardı. Öyle bir ustalığı vardı. On kişinin yolduğu 600 tane. O tek başına 400 tane. Mesela bir gün tavuk kesmiyoruz. Hasan Duman'ı Süreyya Bey gider dükkânında çalıştırırdı.
İlk kesimhaneyi ne zaman kurdunuz?
1974-75 yıllarında kurduk biz eski kesimhaneyi.
Yarın röportajımız devam edecek…