Mehmet Tunçkol
Göden(Güden) Hüseyin Ağa, Seben’in Kızık Köyü’nde 1860’lı yıllarda doğar. Nüfus kayıtlarına göre; doğumu her ne kadar 1861 yılına denk gelse de, kendi söylemiyle, sonradan, nüfusa 3-5 yaş küçük yazılmıştır. Yüz yıla varan yaşamı boyunca, Kızık Köyü’nün 45 yıl muhtarlığını yapar. Muhtarlığı, sözcüğün tam anlamıyla; halkına“yol göstericilik, koruyuculuk, önderlik,hizmet” anlayışı içinde geçer. Zamanla, Göden Hüseyin Ağa, halkın nazarında; köyüne, köylüsüne, milletine, memleketine hizmet etmeyi, temel yaşam ilkesi olarak benimseyen bir “halk önderi” kimliği kazanır.
Koca Göden’in adına eklenen “Ağa” sözcüğü; mülkiyetinin çokluğu, variyeti sebebiyle kendisine yakıştırılan bir lakap değil, köylüsünün ona verdiği bir unvandır. Halk; sevip saydığı kişilere, kendisine hizmet edenlere layık görür bu ünvanı.
Hüseyin Ağa’nın adının başındaki “Göden” sözcüğü de; orta boylu, kalın kemikli, güçlü, kuvvetli yapısından ve her türlü zora zahmete, ayaza kurağa dayanıklı halinden dolayı kendisine yakıştırılan bir lakap olarak, (1934 yılında çıkarılan yeni yasa ile) ”Güden” soyadı olarak adına eklenir.
Göden Hüseyin Ağa, adına eklenen bu unvan ve lakabın yanı sıra; ince zekâsı, güçlü hafızası, özüne sözüne güvenilir, yiğit kişiliği ile tanınıyor. Bu özelliklerini tamamlayan;ileri görüşlülüğü, derin ve zengin mizahi yeteneği ile de köyünün sorunlarının çözümlenmesine, yeniliklerin, teknolojik gelişmelerin çevre köyler içinde, en erken Kızık Köyü’ne girmesine öncülük yapıyor. Bu özellikleri ile Göden Hüseyin Ağa, ülkenin en zor zamanlarında; köyüne ve köylüsüne, giderek çevre yerleşimlere önderlik yaparak, bir simge isim haline geliyor. Vefatının üzerinden geçen elli yıllık süreye karşın; Kızık Köyü ve yakın çevresindeki yerleşimlerde, Seben ve Bolu’da, hala adından saygı, sevgi ve minnet duygularıyla bahsediliyor…
Göden Hüseyin Ağa’nın gençlik ve yetişkinlik yılları, Osmanlı’nın en sıkıntılı ve zor dönemlerine denk düşüyor. Parçalanma, küçülme sürecine giren İmparatorluk; 93 Harbi’nin (1877-78 Osmanlı –Rus Harbi) ağır yenilgi ve geri çekilme sürecinin getirdiği sorunlarla, Anadolu’ya sığınan yüz binlerce; Balkan ve Kafkas göçmeninin yaşadığı sıkıntılarla ve ülkenin dört bir yanını saran isyanlar, asker kaçakları ve eşkıya ile boğuşmaktadır. Anadolu insanı; cephelere evlat, tahsildara vergi, sofrasındaki bebelere ekmek yetiştiremez duruma gelmiştir.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde, ülkenin içinde bulunduğu durum iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Birbirini izleyen; Trablusgarp Savaşı, I. II. Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı’nın peşinden, ülkenin çekirdek-ana toprakları olan Anadolu da yer yer işgal edilmiştir. On yıllar boyunca süren savaşlar, yenilgiler, yokluk, yoksulluk, salgın hastalıklar; canavarcasına işleyen bir değirmen gibi Anadolu insanını öğütüp, eritmeye devam etmektedir.
Anadolu’yu kasıp kavuran bu zor koşullar, Seben Dağları’nın yoksul köylerini, Kızıkköylülerini de kuşatmıştır. Kışın karın, tipinin savurduğu, yazın sıcağın kavurduğu yoksulKızık köylüleri; taşlı, yamaç, kıraç arazilerde, en fazla bire üç veren tarlalarında, öküzünün yanına insanı koşarak cephedeki evlatlara, sofradaki bebelere ekmek yetiştirmeye uğraşmaktadır.
İşte böylesi günlerde, yoksul Kızık Köyü’nün en yoksullarından olan küçük Hüseyin’in Ana ve Babası; O’nu, 12 yaşında, el kapısına hizmetkâr(bekâr) olarak verirler. Hem bu yoksul evin sofrasından bir kaşık eksilecek, hem de Hüseyin’in bekâr duracağı,Çarşamba’nın Tepe Köyü’ndeki ağa kapısından üç beş kuruş para gelecektir.Küçük Hüseyin, bu kapıda altı yıl hizmetkârlık yapar.18 yaşında köyüne döner veEmine Hanım’la evlenir. Askere gider. Uzun yıllar süren askerlikten sonra kendi köyünde; önce Tokuşoğulları’na, sonra da Hacı Sofu’ya hizmetkâr durur. Zamanla üç beş koyun edinerek, ele değil kendi evine hizmet etmeye başlar ve Emine Hanım ile el ele vererek yaşama tutunmaya çalışırlar. Yeri gelir, ekmeklerini küle banar, günü gelir ekmeklerine soğanı katık eder, dişlerinden tırnaklarından artırarak, ele güne muhtaç olmadan, kendi yağları ile kavrulur bir hale gelirler. Altı çocuk sahibi olurlar.
Yaşamın zoru, zahmeti, yoksulluğun çilesi ile yoğrulup, pişen Kızıklı Hüseyin; ince zekâsı, güçlü iradesi ile köyünde, çevre köylerde, aklına ve sözüne güvenilen, sevilen bir önder kişi olarak kabul görür. Köyüne muhtar olur.45 sene Kızık Köyü’nün muhtarlığını yapar. O devirlerde Kızık Köylerinde, ne yol, ne okul, ne elektrik, telefon vardır. Kızık köylüleri, Bolu pazarına,7-8 saatlik yürüme ile varıp; üç-beş kilo yağ, yoğurt, baş kili, elma, armut satarlar, geri dönüşlerinde de ihtiyaçları olan birkaç kilo gaz, tuz alıp, sırtlarına vurarak, yine saatlerce süren yolculuktan sonra köylerine dönerlerdi. İnsanların birbirlerine yakın, köylerin ve şehirlerin birbirine uzak olduğu o günlerde; Çarşamba pazarını, Bolu pazarını bile görmeden ömrünü bu köylerde tüketen kadınlar olurdu.
Yokluğun ve yoksulluğun, salgın hastalıkların, uzun süren savaş yıllarının getirdiklerini görerek, yaşayarak öğrenen Güden Hüseyin Ağa, muhtar olarak, yoksul köylüleri için en başta yapılacak işin; eğitim ve sağlık hizmetlerini köyüne getirmek olduğunu çok iyi görür. Önce, Kızık Köyü’ndeki mahalle mektebini, yeni düzen ilkokula çevirir ve köyüne bir öğretmen atanmasını sağlar. Çevre köylerde açılan ilk okuldur Kızık Köyü İlkokulu.
Yine o zamanlar da; evliliklerin, düğünlerin çoğu, yayla çıkışında ve 15-20 düğün bir arada yapılırmış Kızık köylerinde. Doktorun yerine, otacıdan, sınıkçıdan deva; ottan, çiçekten, duadan şifa arandığı bu günlerde; sıtmanın, ince hastalık veremin, frenginin kol gezdiği Anadolu’da çoğu bebe yaşını göremeden, genç fidanlar evlenip yuva kuramadan salgın hastalıklarla eriyip, yitip giderlermiş.
Güden Hüseyin Ağa, her yayla çıkışının öncesinde; önüne kattığı 15-20 gelin ve damat adayını, saatler süren yaya yolculuk ile Bolu’ya getirir, muayenelerini, aşılarını yaptırır ve köyüne geri götürüp, topluca düğünlerinin yapılmasına önayak olurmuş. Kızık köylerinde; sağlıklı ve eğitim görmüş nesillerin yetiştirilmesinin en önemli adımları olur bu yapılanlar…(İlerleyen yıllarda, yine aynı topraklardan yetişen bir başka büyük insan; Kızık Köyü’ne sınır komşusu olan Kuzgölcük Köyü’nden Ahmet Canip Efendi’nin oğlu Mustafa İzzet Baysal da yine aynı yolu izleyecek, Bolu’da sağlık ve eğitim hizmetleri için vergisi ödenmiş kazancından ayırdığı variyeti ile memleketinin ve halkının geleceğine yönelik,yüzü aşkın hizmet yatırımı yapacaktır.…)
Köyüne bu hizmetleri getirtirken, zorlu hayat mektebinden edindiği deneyimleri ile birleştirdiği ince zekâsı ve mizahi ustalığı sayesinde; yeniliklerin benimsenmesi için ;hem kendi köylüsünü ikna etmeyi ,hem de öte yanda; bir kısmı köylüye tepeden bakan, idare-i maslahatçı daire amirlerini hizaya getirmeyi ve hizmetin köyüne ulaştırılmasını da ustalıkla sağlar Koca Göden Hüseyin Ağa!..
Güden Hüseyin Ağa, okuma yazma bilmez. O, hayat mektebinin, yoksulluğun ocağında pişip, kavrulup olgunlaşmıştır. Çoğu mektep-medrese görmüş kişi, memleketin en zor zamanlarında, I.Dünya Savaşı’nı izleyen işgal günlerinde; düşmana boyun büküp, İngilizle, Yunanla birlik olurken, Güden Hüseyin Ağa; suyundan, toprağından, dağlarından nasiplendiği Köroğlu yüreği ile Seben Dağları’nda keskin bir Kuvayı Milliyeci olur. Memleketin kardeş kavgasına düştüğü Hilafet Ayaklanmaları günlerinde, köyüne köylüsüne sahip çıkarak; her yana korku salan asker kaçaklarını, eşkıyayı ve Hilafetçi- padişahçıları Kızık köylerine sokmaz.
29 Mart 1336/1920 günü, İstanbul’dan Bolu’ya, önemli konuklar gelir. 11 kişilik bu konuk heyet içinde; Osmanlı Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey, İsmail Fazıl Paşa, Miralay İsmet Bey (İnönü),Saffet Bey (Arıkan),Kırşehir Mebusu Rıza Bey, Saruhan Mebusları Reşit Bey (Çerkez Ethem’in ağabeyi)ve İbrahim Süreyya Bey, Abdurrahman Bey, Özbekler Tekkesi Hadimi Ata Bey vb. isimler vardır. İstanbul ,16 Mart 1920’de resmen işgal edilmiştir. Yurtseverler gizli yollardan, Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geçmektedirler. İstanbul’dan iki ayrı ekip olarak Anadolu yollarına düşen; İsmet Bey(İnönü) ve Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey ekipleri, Gebze’yi geçtiklerinde karşılaşarak, yollarına Bolu’ya kadar birlikte devam etmişlerdir.
Milli Mücadele’nin bu lider isimlerinden oluşan kafilenin Bolu’dan Ankara’ya sağ selamet ulaştırılabilmesi, Bolulu Kuvayı Milliyecilerinin görevidir. Bolu’ya gelen heyet, önce Belediye’yi, sonra Hisar Tepe’deki Mektebi ziyaret eder. Bu önemli kişilerin bulunduğu heyetin şehire gelişi sonrasında, Bolu ve çevresindeki Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarları, işbirlikçiler de boş durmaz.Gizli,sinsi art niyetli planlar hazırlanır…Kafilenin Bolu’dan Ankara’ya gidişi sırasında; bu iş, dağların kuytusunda atılacak bir pusu ile halledilmelidir!..
Bolu’nun Kuvayı Milliye ileri gelenleri de, İtilafçıların bu gizli planlarından haberdardırlar. Bu heyettekilerin Bolu’dan Ankara’ya ulaştırılması için yol ve çare arayan Bolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ileri gelenleri; Mithat Kemal Bey, Hoca Süreyya Efendi, Tahir Hitit, Kepekçi Tevfik Efendi vd.nin akıllarına gelen ilk isim; Kızık köylerinin; yiğit,özüne sözüne güvenilir, halk bilgesi muhtarı Göden Hüseyin Ağa olur. Gerede –Ankara yolu güzergâhında Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarlarının kurduğu pusu boşa çıkarılır. Kızık Köyü’ne, Muhtar Göden Hüseyin Ağa’ya haber ulaştırılır.
Hemen 15 yiğit arkadaşı (M.Emin Dönmez, İlyas Akman, İlyas Ay, Efe Hasanvd) ile yetişen Koca Göden, bu değerli konukları Bolu’dan teslim alarak, at sırtında, Kozyaka Köyü’nün güvenilir Kuvayı Milliyecileri olan Asım ve Ahmet (Özkök)Beylerin evlerine kadar ulaştırır. Gece burada ağırlanan konuklar, altmışına merdiven dayayan bu ihtiyar kurt Güden Hüseyin Ağa ve 15 atlısının korumasında tekrar yola çıkarak, Ankara sınırlarında kafilenin yolunu bekleyen seğmenlerle buluşturulur. Ağır konukları Ankara’nın seğmenlerine teslim eden “Koca Göden Hüseyin Ağa Müfrezesi” Kızık Köyü’ne geri döner. Hüseyin Ağa’nın yaşamı süresince; övündüğü ve en keyifli şekilde çevresindekilere anlattığı yaşanmışlıkların başında bu olay gelir…
Koca Göden, Kurtuluş Savaşı’nda, ilerlemiş yaşına bakmadan, Kızık ve çevresindeki köylerden topladığı; giyecek, yiyecek ve savaş malzemelerini, katırlarla cephede savaşan askerlere ulaştırır. Avucunun içi gibi bildiği; Seben, Karakiriş dağlarından, Aladağ Suyu’nun aşılmaz, geçilmez vadilerinden aşarak, Batı Cephesi’ndeki askeri birliklere ulaştırdığı yardımlar, can suyu gibi gelir Yunan kuvvetleriyle savaşan Mehmetçiklere…
Bu durumu gören, bilen padişahçılar da boş durmaz. Bolu-Seben yörelerinde; İstanbul Hükümeti’nin gönderdiği Erkan-ı Harp kurmayları tarafından örgütlenen, silahlandırılan ve ceplerine doldurulan Osmanlı altınları ile kışkırtılan Hilafet İsyancıları, Kızık Köylerindeki bu Köroğlu yürekli Kuvayı Milliyeci Koca Göden Hüseyin Ağa’yı sindirmek, susturmak isterler… Civar köylerden etraflarına topladıkları kandırılmış kalabalıklarla, Kızık Köyü’ne büyük bir baskın verirler. Avucunun içi gibi bildiği İdris Dağı’na, Ardıç Tepe’ye, Sarpuncuk Dağları’na çıkamayan Koca Göden evinde kıstırılmıştır. Evinin bodrum katına saklanarak kendini savunmaya çalışır. İyi günde, kötü günde bir arada olmanın, elbirliği etmenin önemini çok iyi bilen Kızık köylüleri, hemen derlenip toparlanarak; bulabildikleri silahlarla, balta, kazma, küreklerle, köylerine baskın veren padişahçıların etrafını sararlar. Pabucun pahallı olduğunu gören Hilafetçi-Padişahçılar, kuyruklarını kısarak Kızık Köyü’nden sıvışırlar.
Yıllar sonra, Koca Göden ve 15 arkadaşının hilafetçi -padişahçılardan ve eşkıyalardan koruyup kollayarak,1920 yılının Nisan başlarında, Bolu’dan Ankara’ya ulaştırdığı 11 konuktan birisi olan İsmet Bey, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak; Güden Hüseyin Ağa’yı ve arkadaşlarını, Cumhurbaşkanlığı konutunda; ayakta, saygı ve hürmet ile ve adıyla hitap ederek karşılar. Oturup onlarla sohbet eder. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü; bir ara; “Hüseyin Ağa, gel Ankara’ya yerleş, bize yakın ol. Sana yer, yurt tutalım” der. Lakin Koca Göden; doğduğu, yoğrulduğu topraklardan, köyünden ve köylüsünden kopamaz…
Koca Göden Hüseyin Ağa, nüfus kaydındaki bilgilere göre; 1957 yılında,96 yaşında iken, Kızık Köyü’nde vefat eder.
Anadolu toprağının; “Köroğlu “damarından yüreği, “Yunus” damarından gönlü esinlenen ve “Hoca Nasrettin”in ince mizahi zekâsından nasiplenen“Kızıklı Koca Göden Hüseyin Ağa” ve benzeri insanlarımızı, büyük insanlık şairi “Nazım Usta” ,dizelerinde ne de güzel tanımlıyor:
TÜRK KÖYLÜSÜ
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«—Gayrık yeter!.. »
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil surunu urur
mahlûkat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa...»
Koca Göden Hüseyin Ağa ,ışıklar içinde yat!…Anıların,yaşanmışlıkların,köyüne ve köylüne,memleketine ve milletine olan sevgin,hizmet aşkın,ileri görüşlülüğün, onurlu ,dürüst ve yiğit duruşun,mücadele azmin hepimize örnek olsun…
…………………… - ………………….
*( Yazı dizimizin bir sonraki bölümünde; bu çalışmamıza esas aldığımız; Çele Dergisi’nin 52. Sayısında yer alan, Muhsin Karamanoğlu’nun; Göden Hüseyin Ağa’yı tanıtan yazısını yayımlayacağız.)
**(KIZIK KÖYÜ; Seben Dağları’nın üzerinde; (1415 m-1420 m-1430 m-1460 m.) rakımlı dört mahalleden oluşan bir yerleşimdir. Anadolu’daki eski köy yerleşimlerin genel anlayışına uygun olarak, Seben Dağları’nın Güney –Batı yamaçlarında, eğimli bir arazide konuşlanmıştır. Köy halkının önemli bir bölümü, günümüzde, Bolu-Seben yolu üzerindeki Kızık Yaylası’nda ikamet etmektedir.
Günümüzde, Seben ilçesine bağlı bir yerleşim birimi olan Kızık Köyü, Osmanlı Devlet Arşiv kayıtlarında;
1) 22/Za/1100 (H) /1684 tarihli belgede; Bolu Livası’nın, Pavli kazasına bağlı karye olarak belirtiliyor.
2) 19/Z/1252 (H) /1836 tarihli belgede; Bolu Sancağı’na bağlı, Pavli kazasına tâbi bir mezra olarak gösteriliyor.
3) 16/C/1321 (H) / 1905 tarihli belgede; Mudurnu kazasına bağlı Kızık karyesinin, Mudurnu’dan ayrılarak Bolu’ya bağlanması ile ilgili idari karara yer veriliyor.
*1911 yılında, Çarşamba Pazarı yerleşiminin nahiye olması, 01.04.1946 tarihinde Çarşamba –Seben yerleşiminin ilçe oluşu ile kanunun yayımlanmasından sonra Kızık Köyü, yeni ilçe Seben’e bağlanmıştır.